Welcome to Our Website

Günün köşe yazısı Cumhuriyet’ten: Solun Türk’ten utanması

Solun ulusal kimlikle ilgili sorunlarının ve bu kimlik bunalımını nasıl aşabileceğine dair fikirlerin yer aldığı Armağan Öztürk imzalı “Sol ve liberal sol düşüncede Türklük konusu” başlıklı yazı şöyle:

Türkiye’deki bazı meselelerin kamusal alanda tartışılma biçimi hem tartışan tarafların politik bilincini hem de yurttaşlık kültürünü olumsuz etkiliyor. Konuşmamak, susmak, inkâr etmek ve yok saymak patolojik sonuçları beraberinde getiriyor. Çok fazla şeyi bastırıyoruz. Bilinçaltına ittiğimiz siyasal meseleler kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Tartışmaya başladığımızda ortaya çıkan sonuç da en az suskunluk sarmalı kadar sorunlu. Nüanslı konuşmak olanaksız. Bir mahalleye yaslanıp sesimizi yükselttiğimizde ciddiye alınıp dinleniyoruz ancak. Muhatap aldığımız insanlarla kurduğumuz ilişki ise çoğu kez dost-düşman ikilemi tadında.

Türklük meselesini de bu bağlamda konuşuyor veya konuşamıyoruz. Epey sayıda liberal ve sol aydına göre milliyetçilik ilkel bir ideoloji. Onlara göre Türk kelimesi de herkesi kapsamıyor. Bu nedenle anayasadan vatandaşlığa, edebiyattan felsefeye kadar başına Türk sözcüğü getirilmiş tanımlamalar yanlış ve yanıltıcı. Yine onlara göre, Türk yerine Türkiyeli demeli, üstenci etnik dilden vazgeçmeliyiz. Bu durumda liberal sol zihniyet milliyetçiliği utanılacak bir şey olarak görüyor.

ULUSAL DİL VE KİMLİK
Bu değerlendirme tarzının aşağılık kompleksi ve bilgisizlikten kaynaklandığı açık. Çünkü Batılı ulusal demokrasilerinin tamamında liberal milliyetçi bir mayalanma var. 4 Temmuz’da elini kalbine koyup marş okuyan ve evine bayrak asan Amerikalılar, Kraliçe’nin karşısında saygıyla eğilen İngilizler, Fransız Devrimi, Napolyon ve Victor Hugo’yla gurur duyan Fransızlar burjuva demokrasinin siyasal psikolojik zeminini ifade ediyor. John Stuart Mill, Ernest Renan, Giuseppe Mazzini gibi 19. yüzyıl düşünürleri, Yael Tamir, David Miller ve William Kymlicka gibi 20 yüzyıl yorumcuların eserlerine baktığınızda olgular dünyasında apaçık bir şekilde karşımızda duran bir gerçeğin teorileşmiş durumu görülür. Şurası önemli ki ulusal demokrasi ortak bir kamusal alana gereksinim duyuyor. Ortak kamusal alan ise ancak ulusal dil ve kimlikle yaratılabilir.

Bu arada demokrasinin temelinin yaşadığımız topluma yurtsever bir bağlılığı gerektirdiği düşüncesi hiç de yeni değil. Binlerce yıl önce demokrasiyi ilk kuran Atinalılar aynı zamanda yurtseverdi.

Türkçülük akımı, Ziya Gökalp’ın eserleri ve Atatürk milliyetçiliği demokrasi için gerekli olan yurttaş birey ve ulusal kamusal alanın inşa sürecine ciddi katkı yaptılar. Bu noktada çıtayı biraz daha yükseltmekte yarar var. Liberaller, liberal solcular, İslamcılar ve Kürtçü hareket Atatürkçülüğü hep küçümsedi, demokrasi önünde engel olarak gördü. Oysa aksak da işlese demokratik bir cumhuriyetçiliğin bu ülkedeki asli gücü hâlâ Atatürkçülüktür. Egemenlik padişaha değil millete aittir diyen, kadınları kamusal alana dahil eden, dinin siyasal taleplerini sınırlayan ve özgürlük için laikliği zorunlu gören Atatürkçü siyasal hedef ve istemler olmasaydı Türkiye’de demokrasi olabilir miydi?

İÇSELLEŞTİRİLEN MİLLİYETÇİLİK
Peki, yukarıda saydığım bu kesimlere göre “Türk” neden utanılacak bir şey? Bu sorunun yanıtı genel olarak kimlik hareketi, özel olarak ise Kürt sorunuyla ilgili. Kimlik taleplerini tümüyle yok sayıp, her türlü farklılığı bozgunculuk olarak görmek adil değil. Bu bağlamda bizim gereksinimimiz olan milliyetçilik değil, insan hakları ve demokrasiyi içselleştirmiş bir milliyetçiliktir.

Milliyetçilerin de kimlik tartışmasında katı bir şekilde her şeye karşı çıkmak dışında söyleyecek sözü olmalı. Bu doğru. Ama nasıl Fransız demokrasinin temeli Fransız milleti ve Fransızcaysa Türk demokrasinin temeli de Türk milleti ve Türkçedir. Türk olmak ayıp bir şey değildir. Utanılacak bir şey hiç değil. Türklerin başına gelen acı dolu öyküleri, örneğin Balkanlar ve Kafkasya’daki soykırımları andığınızda kendiliğinden bir şekilde faşist olunmaz. Bu noktada ülkenin okumuş yazmış insanının kendi önyargılarıyla hesaplaşması gerek. Müslümanlık demokrasiyle bağdaşabilir. İnsanlar inançlarını utanmadan, kaygılanmadan yaşayabilmeli. Aynı şey Türklük için de geçerli. Tekrar Atatürk’ü hatırlayalım. Atatürk ırk milliyetçisi değildi, söylediği şeyin cümlenin salt okunuşundan çok daha derin bir içeriğe sahip olduğunu unutmayarak: “Ne Mutlu Türküm diyene.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir